SURUÇ’TAKİ MENFUR SALDIRIYI BASININ HABER YAPIŞ ŞEKLİ ÜZERİNE ELEŞTİREL BAKIŞ

Öncelikle 20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde gerçekleşen menfur saldırıdan ötürü üzüntülerimi belirtirken bu saldırıyı planlayan ve gerçekleştirenlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını talep ediyorum.

Elbette haberi öğrenince ilk yaptığım iş internete girip haber hakkında bilgi almaktı.

Ancak baktığım birkaç haber sitesi beni daha önce web sitemde yazdığım bir yazıya ( Basınımızın Terör Olayları İle İmtihanı ) beni  yönlendirmişti.

Basınımızın terör olaylarını verirken etik davranıp davranmadığı sorusu aklıma geldi.

Açıkçası ben terör olayları haber yapılırken kullanılan dil ve haber yapış şeklinde ciddi hatalar yapıldığını düşünüyordum.

Aklıma hızlıca bir araştırma yapmak geldi.

Ulusal basında yer alan bazı gazete ve haber siteleri acaba Suruç saldırısını nasıl vereceklerdi.

Acaba basınımız etik davranıyor ve provakatif başlıklar atmıyor olup ben konuyu abartıyor olabilir miydim?

Araştırmamı çok kısaca şu şekilde yaptım.

Belirlemiş olduğum gazetelerin internet sitelerine bakarak, ana sayfalarında suruç saldırısını hangi sözcüklerle ifade ettiğini inceledim.

Şimdi aşağıda sonuçları sizinle paylaşıyorum.

Ana başlık olarak gazetenin adını yazacağım.

Alt tarafına da  Suruç saldırısı ile ilgili haberi hangi başlıkla duyurduğunu yazacağım.

Sonrasında kararı sizin objektif yargılarınıza bırakıyorum.

MYNET İnternet Sitesi:

“İşte Patlama Anı”

“Onlarca Kişi Böyle Hayatını Kaybetti”

“Suruç Kan Gölü”

“Patlamadan Korkunç Görüntüler”

“Canlı kalmadı”

“Cesetlerin Altında Kaldık”

HABER7.COM İnternet Sitesi:

“İşte Suruç’taki Patlama Anı”

“Suruç’ta Büyük Patlama: Ölü Ve Yaralılar Var”

“Olay Yerinden İlk Görüntüler: Kültür Merkezi Ceset Dolu”

HÜRRİYET GAZETESİ İnternet Sitesi:

“28 ölü”

“18+ O an”

“Kahreden Çığlıklar”

TARAF GAZETESİ İnternet Sitesi

“Suruç’ta Patlama”

“SGDF’li Gençler Katledildi”

MİLLİYET GAZETESİ İnternet Sitesi:

“Korkunç Saldırı”

“Ölü Sayısı Artıyor, Tablo Ağırlaşıyor”

“İşte Korkunç Patlamanın Olduğu An”

SABAH GAZETESİ İnternet Sitesi:

“Saniye Saniye Görüntülendi”

“İşte Patlama Anı”

“Suruç Saldırısının Şiddetini Anlatan Sözler: Cesetlerin Altında Kaldım”

“İşte O Dehşet Anları”

“ Suruç’ta Kahreden Çığlıklar”

 CUMHURİYET Gazetesi İnternet Sitesi:

“İşte Suruç’taki Patlama Anı”

“Suruç’taki Dehşet Anları”

GÜNEŞ Gazetesi İnternet Sitesi

“Suruç’ta Canlı Bomba Dehşeti”

“Ölü Sayısı Devamlı Artıyor”

“Görgü Tanığı Dehşeti Anlattı”

POSTA Gazetesi İnternet Sitesi

“Cumhuriyet Tarihinin En Kanlı 3. Saldırısı”

“Suruç’taki Saldırı Saniye Saniye Kamerada”

“Suruç’ta Patlama: Dakikalar Önce Çekildi”

SÖZCÜ Gazetesi İnternet Sitesi

“28 Ölü, Onlarca Yaralı”

“Ölü Sayısının Artmasından Endişe Ediliyor”

“Tam Açıklama Yapılırken İşte Patlama Anı”

STAR Gazetesi İnternet Sitesi:

“Kameralar Saniye Saniye Kayıttaydı; İşte O Patlama Anı”

“İşte Patlama Bölgesindeki O Dehşet Anları”

“İşte korkunç Patlamadan Hemen Önce Çekilen Kare”

YENİŞAFAK Gazetesi İnternet Sitesi:

“Patlama Anı ve 10 Saniye Öncesi”

“28 Kişi Öldü, 100’e Yakın Yaralı”

“Hastane: Yanık ve Parça Tesirli izleri Var”

İşte ulusal basınımızın internet sitelerinde menfur bir terör saldırısını sunuş şekli.

Kararı siz verin.

Ben acizane fikrimi bir kez daha tarihe not düşmek adına paylaşmak istiyorum.

Terör örgütlerinin ve terörün temel amaçlarından biri yapmış oldukları kanlı eylemlerle toplumun içerisine korku ve endişe salmak, güvenlik endişesi doğurmak ve saldıkları bu korkunun gücüne dayanarak karşısındaki yapıları ( devlet, asker, sivil halk) sindirmeyi sağlamak.

Dolayısı ile basınımız yapmış oldukları bu yayınlarla, bu dehşet, korkunç ifadelerini yazmakla, bu görüntüleri yayınlamakla aslında bilmeyerek terörün ekmeğine yağ sürdüler.

Keşke bu olay hiç olmasa idi.

Maalesef bu konuda keşke demek yeterli olmuyor.

Ancak keşke basınımız da daha dikkatli olsa.

Haber yaparken bu gibi tahrik edici cümleler kurmak yerine hadiseyi lanetleyen ve üzüldüğümüzü ama bu gibi olayların toplumumuzun birlikteliğine zarar veremeyeceğini söyleselerdi.

Keşke ortak bir karar alarak hiçbir yerde bomba patlama anı ve kanlı görüntüleri yayınlamama kararı alsalardı.

Biz 11 Eylül hadiselerinde ABD basının gösterdiği hassasiyeti Türkiye’deki medya kuruluşlarında da görmek istiyoruz.

BASIN KURULUŞLARININ SAHİPLERİ LÜTFEN YAPTIĞINIZ HABERLERLE TERÖRÜN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEYİNİZ.

HABERLERİNİ DAHA DİKKATLİ YAPINIZ.

UNUTMAYINIZ SİZLER GAZETECİ OLMANIN ÖTESİNDE ÖNCE İNSANSINIZ…

Basınımızın Terör Olayları İle İmtihanı ve Yapması Gerekenler

Değerli okuyucular,

Aşağıdaki yazımı 21 Haziran 2012 tarihinde kalem almışım.

Maalesef bugün Şanlıurfa Suruç’ta gerçekleşen menfur terör eylemi sonrası yazıyı tekrar buraya koyma ihtiyacı hissettim.

Bu saldırıyı yapanları lanetlerken, basınımıza da bu tür olayları haber yaparken daha dikkat demek istiyorum.

Yaz ayları ile beraber basının ve Türkiye’nin gündemine bazı kirli eller tarafından konulan “ terör” olayları konusunu basının nasıl sunduğu ile ilgili, her haberleri izlediğimde aklıma aynı soru geliyor ?

Basın haberleri verirken “basın etiği” konusuna ne kadar dikkat ediliyor ?

Basın haberleri aktarırken, sunuş biçimleri itibari ile,  farkında olmadan acaba teröristlerin istediği amaca ulaşmalarına dolaylı olarak yardımcı olmuyor mu ?

Öncelikle terör konusunun sadece ülkemizin değil, aslında tüm dünyanın başının belası bir konu olduğunu belirtmekte fayda var. Ülkemizin de yaklaşık 30 yıldır kanayan yarası olan bu soruna siyasilerin, askeriyenin, sivil insiyatifin hep beraber tez amanda çözüm getirmesini temenni ediyorum.

Benim özellikle değinmek istediğim “terör” olaylarına basının yaklaşımı ve bu olayların kamuoyuna duyurulma şekli.

Ülkemiz basını (  herhangi bir kuruluşu veya grubu ayırt etmeden  söylüyorum)  bence terör olaylarını haber yapmada çok temel hatalar yapıyor.

İlk önce  şunu söyleyelim basının haber değeri açısından elbette terör saldırıları haber değeri taşımaktadır. Kamuoyunun yaşananlar konusunda medyadan bilgi alması en doğal hakkıdır. Dolayısıyla basının sorduğu “ ne yapalım, haber yapmayalım mı ?” sorusunun cevabı, kesinlikle bu olaylar haber yapılacaktır. Bunda tartışma yok.

Ancak sorun olayların “haber yapılması değil”, sorun olan “ olayların nasıl haber yapıldığıdır”.

Terör olaylarının temel amacı toplumda “korku” hissinin yayılması, “ güvende olmadıkları” hissinin yayılmasını sağlamaktır. Hangi davayı savunursa savunsun, terör olaylarının temelindeki unsur budur. Teröristlerin amacı, hükümetleri,  terör olayları sonucu istenilen korku düzeyine getirerek, istediklerini kabul ettirmeye sevk etmektir.

İşte bizim basınımız da  terörün bu isteğine, yaptığı haberlerle istemeden ( bunu isteyebileceklerini tahayyül edemiyorum ) alet olabilmektedir.

Şehit haberlerinin basındaki yansımalarına baktığımda, “ağlayan, ağıt yakan, gözyaşları döken” ailelerin görüntüleri ve fotoğrafları çok fazla sayıda tekrar ettirilerek, defaatle ekranlara yansıtılıyor.

Şehit olan gençlerimizin aileleri ile son telefon görüşmeleri, son yazdıkları mektupları, haberin arkasından acıklı fon müzikleri eşliğinde adeta klip izlermişçesine sunuluyor.

Haber bültenlerinin belli bölümünde artık sürekli bu tabloları, haber değerinden öte adeta dramatize etmenin en abartılı halleri ile izlettiriliyor.

Peki basın bu şekilde haber yaptığında kime yarıyor ?

Peki ne yapalım ? Çözüm ne ?

Bence çözümü RTÜK’te veya cezalarda aramamalı.

Basın kuruluşlarının tamamı bence bu tür olayları yaparken kullandıkları kelimelere, haberlerde kullanılan görüntülere, haberlerin yansıtılma şekline tekrar tekrar bakmalı. Haber yaparken çok titiz davranmalı. Haberlerini sunarken teröristlerin istediği korku halinin psikolojik yıkımın en aza indirilmesi için elinden geleni yapmalıdır.

Bu konuda haber kanallarının, gazetelerin, editörleri, yöneticileri, muhabirleri hep bir elden bu konuda gerekli hassasiyeti göstermelidir.

Bu konuda en temel örneklerden bir tanesi yakın tarihimizde 11 Eylül Amerika saldırılarında, hafızlarınızda hangi kareler var ? Saldırıda hayatını kaybedenlerin bedenlerini görebildiniz mi ?

Yoksa saldırıda sadece üst katlardan atlayan birkaç kişinin görüntüsü ve çöken binaların tozlarını mı gördük ?

Oysa saldırılar saniye saniye televizyonlarda veriliyordu. Hatta ikiz kulelerin çöküşünü canlı olarak izledik ama görüntüler çok sınırlı idi.

Söylemek istediğim şu, haberi yansıtırken, haberin doğuracağı tesiri tespit etmek basının elinde. Bu yüzden de basının sorumluluğu çok büyük.

Ben yine aynı noktaya geliyorum ve  buradan basınımıza seslenmek istiyorum.

Basın Mensupları ! Bu olayları haber yaparken, lütfen, bir kez daha düşünseniz.

Hatta birkaç kez düşünseniz.

Haberciler olarak basının günümüzde nelere muktedir olduğunu çok iyi biliyorsunuz.

Elinizdeki kalemin, fotoğraf makinesinin, kameranın vicdani sorumluluğu çok büyük.

Hiçbir güç yoktur ki, onu kullanan kişilerin üzerinde sorumluluk bırakmasın.

Bu ve benzeri olaylar daha önce kaç kez yaşandı.

Umarım basınımız bundan sonra bu olaylardan ders çıkarır.

Eğer biz terörle mücadelede  başarılı olmak istiyorsak, devletimizle, hükümetimizle, siyasi partilerimizle, iş adamlarımızla, Türkiye’de yaşayan 75 milyona varan nüfusumuzla, medyamızla hep bir yürek olmalıyız.

Basınımızın bu konuda gereken hassasiyeti göstereceğine inanıyorum.

 

Kişilerarası İlişkileri Bozan İletişim Biçemleri Hakkında

Değerli sayfa ziyaretçileri,

Okumuş olduğum iletişim ile ilgili Erol MUTLU’nun yazmış olduğu “İletişim Sözlüğü” adlı çalışmada, kişilerarası ilişkileri bozan iletişim biçemlerinden behsediliyordu.

Burada yer almasının faydalı olacağını düşündüm.

İstifadenize sunuyorum.

Kişilerarası ilişkileri bozan iletişim biçimleri şunlardır:

  1. Yatıştırmacı Biçem:                                                                                                                                    Her zaman herkesi, sevgilerini kazanmak için hoşnut tutmaya çalışmak. BU biçem diğer insanların kendilerini suçlu hissetmelerine ya da acıma duygularını kışkırtmaya yarar.
  2. Suçlayıcı Biçem:                                                                                                                                          İnsanları boyun eğmeye zorlamaya çalışmak; onları her konuda suçlamak; bu biçem diğer insanları korkutur ve onların kendilerini çaresiz durumda hissetmelerine yol açar.
  3. Aşırı Mantıklılık:                                                                                                                                       Bu biçem insanların kendisinin ne denli akıllı olduğunu göstermek için mantığı ve düşünceyi sürekli vurgulaması şeklinde ortaya çıkar; bu biçemde duygulara yer yoktur ve diğer insanların aşağılık duygusuna kapılmalarına, kendilerini aptal konumuna indirgenmiş hissetmelerine yol açar.
  4. Konu Dışılık:                                                                                                                                                Mevcut her araçla dikkat çekmeye yönelik bir biçem olup diğer insanların dengesizlik duygusuna kapılmalarına yol açar.

(Aktaran Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü, Ayraç Yayınları, Sayfa 144)

Bir Trafik Cezası ve Trafik Polislerinin İtibarı Üzerine Yaşamdan Bir Kesit…

Değerli okuyucular burada payalaşacağım yazı başımdan yakın zamanda geçmiş bir hadise ve bana düşündürdükleri üzerine.

Öncelikle olayda geçen kişilerin tüm  trafik polisi camiasını  kesinlikle bağlamayacağını özellikle belirtmek isterim.

Çünkü her meslek dalının içinde iyi örnekler olduğu gibi kötü örnekler de olur.

Ve kötü örneklerden yola çıkarak genelleme yapmak da en büyük hatalardan biri olacaktır.

Elbette unutulmaması gereken kötü örneklerin iyi örneklere göre çok daha fazla genellenir olması.

Şimdi gelelim başımdan geçen hadiseye.

Bu aralar İstanbul’daki doktora çalışmam sebebi ile çok fazla seyahat eder oldum.

Hayatımın büyük bölümü yollarda geçiyor.

Yine bir İstanbul seyahati sonrası dönüş yolunda bir trafik kontrolüne denk geldim.

Bu gayet normal. Elbette trafik kontrolü olacak, olmalı da.

Bu trafik kontrolü esnasında yaşadığım ceza deneyimi benim bu satırları yazmama sebep oldu.

Bir trafik polisi ehliyetimi  istedi ve aracı kenara çekmemi söyledi.

Ehliyetimi verdim, aracımı kenara çektim.

Sonrasında polis memuru elindeki telefonla sanırım trafik merkezinden birisi ile konuştu.

Plaka bilgilerimi verdi.

Telefonda konuştuktan sonra polis memuru şöyle dedi:

” Oooooo, olmadı şimdi. Araç muayeneniz yokmuş. Ruhsatınızı alalım…”

Ardından beni arkadaşına yönlendirdi.

Ben birinci polis memurunun verdiği bu tepkiyi de açıkçası garip buldum.

Altı üstü tarfik muayenem 2 ay gecikmişti.

Bunun için böyle bir tepki garip geldi.

Neyse birinci polis memurunun tepkisinin şokunun atlatamadan ikinci bir şokla karşılaştım.

Polis memuru eline ceza yazdıkları defteri alarak şöyle dedi:

” Hadi bakalım, bu akşamki siftahımızı yapalım…”

Ruhsatla beraber defterlerin yanına geçti.

Bu sırada ben ikinci şoku yaşamakla meşguldüm.

Siftah ne demekti yahu?

Benim bildiğim siftah ticari işletmelerle ilgili, işyerlerinin yaptığı ticareti anlatır bir kelime idi.

Merak edip yanılıyor muyum diye sözlük konusunda en güvenilir kaynaklardan biri olan Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktım, siftah ne demek diye.

Arapça kökenli bir kelime imiş.

Manası da şöyle:

 

1. isim, ticaret İlk alışveriş
Daha sabahtan beri siftahım yok!” – N. Cumalı
2. zarf İlk kez
Aylarca süren bir ayrılıktan sonra, Selim’in Anadolu’ya siftah ayak bastığı yerdi burası.” – Halikarnas Balıkçısı

Düşüncem yanlış değildi.

Siftah son derece ticari bir kelime idi. Ticarethanelerdeki alışverişin karşılığında kullanılıyordu.

Trafik cezası yazan bir polisin ticari bir iş veya eylemi yoktu ki. Niye böyle demişti şimdi?

Neyse ben bu ifadeden rahatsız olduğumdan olsa gerek polis memurundan bir iki adım geride, hiçbir şey söylemeden trafik cezasının yazılmasını bekledim.

Tam olarak emin değilim ama, trafik polisinin cezayı yazması bir hayli zaman aldı ve ben sıkıldığımı hissettim.

Oysa hazır bir ceza formu üzerinde doldurması gereken alanlar belli idi.

Ve toplamda bir ceza evrakı bir de geçici trafiğe çıkış belgesi düzenlenecekti.

Bu kadar üzün sürmemeliydi diye düşündüm.

Neyse bir hayli bekledikten sonra, polis yine yüzüme dahi bakmadan ” şuraları imzalayın dedi, cezayı hemen ödersem indirimli olacağını, ikinci kez yakalanmam halinde aracın bağlanacağını” söyledi.

Ben de evraklarımı alıp hiçbir şey söylemeden ( teşekkür veya kızgınlık ifade eden kelimeler gibi ) aracıma binip gittim.

Neyse bir kaç gün içinde araç muayenemi yaptırdım.

Cezamı da ödemeye çalışıyorum, ancak ne Garanti Bankası internet şubesinden ne de Gelir İdaresi Başkanlığı web sitesinden cezamı internet üzerinden ödeyemedim.

Gelir idaresi web sitesi üzerinden  sisteme girdiğimde bilgiler hatalı diyor.

Belki ben de hata yapıyor olabilirim.

Ancak istenilen bilgiler ne ise ruhsat üzerinden tek tek giriyorum.

Garant Bankası ise  “Maliye sisteminde cezanız gözükmüyor” gibi bir hata veriyor.

Dolayısı ile iki durum da ayrı garip.

Bir ceza kesilmiş elimde evrak var.

Ama  bu ceza resmi kayıtlarda bir türlü karşıma çıkmıyor ki ödeme yapabileyim.

Yani cezayı elimde tutuyorum ama sistemlerde gözükmüyor.

Neyse bu da konunun bir başka boyutu.

Ama benim asıl üzüldüğüm konu bu değil.

Beni asıl üzen karşılaşmış olduğum trafik polislerinin tavrı, yaklaşımı ve bunun trafik polislerinin algısına olumsuz etkisi.

Benim cezalara itirazım yok.

Netice itibarı ile kanunlarla düzenlenen hususlar.

Ancak trafik polislerinin ceza kesme esnasında bir kere dahi adımızı bile söylememesi,

Trafik cezası işlemini ticari bir tabir olan “siftah” kelimesi ile nitelemesi,

Durdurma esnasında ve uğurlama esnasında “iyi akşamlar”, ” hayırlı yolculuklar”, “geçmiş olsun”, ” lütfen en kısa sürede muayenenizi yaptırınız, cezayı da 15 gün içinde öderseniz indirimli ödeyebilirsiniz”  gibi nezaket ve açıklayıcı kelimelerden birkaçını dahi lütfedip söylememesi beni en çok yaralayan.

Bu kadar mı zor bunu söylemek?

Emin olun eğer bu söylediğim birkaç kelime söylenmiş olsa idi şu an ben bu yazıyı yazmakla meşgul değildim.

Kuvvetle muhtemel bir teşekkür yazısı yazıyor idim.

Hadiseyi birkaç arkadaşımla konuştuğumda bana ” sen konuyu anlamamışsın, adamlar senden başka bir şey istemiş, cezanın çok daha küçük bir bölümü ile durumdan kurtulabilrrdin, o yüzden ceza yazımı o kadar uzun sürmüş” sözleri ise konunun bir başka vahim boyutu.

Bu yaşadıklarımı ispat etmem sanırım mümkün değil.

Çünkü ceza  bana akşamın karanlığında kesildi.

Ve iki trafik polisi ve benim dışımda bu diyalogu bilen başka bir insan yok.

Ben de herhangi bir kayıt cihazı taşımadığım için bu durumu ispat edemem.

Olayın şahidi herşeyi bilen Allah, iki polis memuru ve ben.

Neyse bu olayı anlatmamdaki asıl gaye şu.

Kamuoyunda trafik polisi denildiğinde aklınıza ne geliyor sorucuna cevaben  ilk sırada trafik cezası geliyorsa, bu bence trafik polisliği mesleğinin algısı açısından önemli bir sorun.

Çünkü bana kalırsa trafik polisi denildiğinde ilk akla gelmesi gereken trafiğin düzenli bir şekilde akmasını temin eden, trafiği tehlikeye sokan şekilde aşırı hız yapan, alkollü araç kullanan ve hem kendi hem diğer araçların ve yayaların hayatını tehlikeye atan durumları önlemek için çaba sarfeden fedakar insanlar akla gelmeli.

Eğer ikinci akla geliyorsa sorun yok.

Ama ben kendi etrafımda birkaç kişi üzerinde trafik polisi diyince akla ne geliyor dediğimde ” ceza ” , ” ceza koçanı” gibi ifadeleri sıklıkla duydum.

Dolayısı ile ben Emniyet Genel Müdürlüğü yetkililerinin yerinde olsam ,bu tür kötü örneklerin önüne geçebilmek için, trafik  polislerine ” iletişim eğitimi” kapsamını ve iletişim eğitimi yoğnuluklarını artırırdım.

Bir dönem trafik polislerinin üniformalarına monte edilmiş kameralar kullanılacağını haberlerde görmüştüm.

Böylece hem trafik polisi hem de vatandaşlar yaşadıkları sorunlarda bir delil bulundurmuş olacaklardı.

Ben zannetmiyorum ki, bana ceza yazan trafik polisinin üniformasında bir kamera olsa, bana “siftahımızı yapalım” diyerek ceza defterini eline alsındı.

En azından çevirme esnasında ve giderken ” iyi akşamlar” , ” hayırlı yolculuklar” gibi nezaket ifadeleri kullanırlardı.

Dediğim gibi bu yaşadığım hadise ile bütün bir emniyet camiası mesul tutulamamaz, tutulmamalı.

Çok sevdiğim bir söz var ” Tüm genellemeler yanlıştır, bu da dahil”.

Dolayısı ile münferit bir olay üzerinden genelleme yapmamalı.

Ancak ben iletişimle ilgilenen biri olarak, yaşadığım bu deneyimi başka kişiler de yaşıyor iseler, bunun emniyet teşkilatının trafik şube ve çalışanları açısından zaman içinde olumsuz bir algı oluşturacağını düşünüyorum.

Ve her zaman iletişimin, nezaketli üslubun , beşeri münasebetlerde çok önemli olduğunu bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Bu olaydan çıkardığım derslere gelince ;

1. Zamanı geldiğinde trafik muayeneni yaptır, yoksa trafik cezası, muayene gecikme cezası derken normalin hayli üzerinde bir meblağ cebinden çıkar.

2. Hangi meslekte olursa olsun işini iyi yapanlar ve işini kötü yapanlar vardır.

3. Bizler her zaman işini iyi yapanları örnek alıp, iyilerin yayılması için gayret sarfedenlerden olmalıyız.

Sözün özü “iletişim önemli azizim”…

 

 

2013 AB Yolunda Genç İletişimciler Yarışması İçin Gölyaka Meslek Yüksekokulu’nda Öğrencilerle Buluştuk

Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından  “AB’yi Anlatın Anlattıklarınızı Gidip Görün” sloganı ile duyurulan,              2013 Yılı AB Yolunda Genç İletişimciler Yarışması kapsamında Üniversitemiz temas kişisi sıfatı ile Gölyaka Meslek Yüksekokulu’na 03 Aralık 2012 tarihinde yarışma hakkında bilgi vermek üzere ziyarette bulunduk.

Öğrenci arkadaşlarımızla yaklaşık 45 dakikalık bir zaman diliminde hem yarışma koşullarına baktık,hem de daha önceki yıllarda ödül almış projeleri izledik.

Bu sene Üniversitemiz öğrencilerinden bu yarışmada ödül kazanan arkadaşlarımız olacaktır kanaatindeyim.

Benim görmüş olduğum öğrenci arkadaşlar bu yarışmaya ilişkin başarılı olacağımız duygusunu bende fazlasıyla oluşturdu. Bir de görmediğimiz çok parlak fikirleri olan nice öğrenci arkadaşımızı düşünecek olursak, başarma oranımız bence çok yüksek.

Etkinliğimize katılan arkadaşlarımıza gösterdikleri ilgiden ötürü teşekkür ederken, okulda duyuru ve organizasyonun yapılmasındaki katkılarından ötürü Gölyaka MYO Öğretim Görevlisi Özlem MANSUROĞLU’na, etkinlik günü sağladığı lojistik destek ve içten ev sahipliği adına da Gölyaka MYO Müdür Yardımcısı Öğretim Görevlisi Reyhan SÖNMEZ’e teşekkürü bir borç bilirim.

Yarışma hakkında bilgi almak isteyenler aşağıdaki bağlantı adresinden detaylara ulaşabilirler.

www.ab.gov.tr

Yarışmaya katılacak arkadaşlara  başarılar ve kolaylıklar diliyorum.

Damacana Hadisesi ve Kriz Yönetimi Üzerine

Bugün sizlerle paylaşmak istediğim yazı gündeme ilişkin önemli bir konu. Malum yakın zamanlarda damacana sularla ilgili çok önemli bir gelişme oldu. İstanbul’da damacana su satışı yapılan 55 firmanın sadece 14’ü temiz çıkmış, 41 tanesi ise insan sağlığı açısından tehlikeli ( mikrop, bakteri vb) barındırıyormuş.

Konu ile ilgili habere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.stargundem.com/gundem/1283703-damacana-krizi-su-satislarini-vurdu.html

Ben de bu olaya işin kriz yönetimi açısından;  yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenleri yazmak istedim. Hem bir durum tespiti hem de halkla ilişkiler konusu ile ilgili bir kişi olarak kriz yönetimi ilkeleri açısından yapılması gerekenlere ilişkin görüşlerimi paylaşmak istedim.

Gündeme ilişkin bir konu olduğu için önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir aksilik olmazsa bugün  (28 Temmuz 2012 )  Sağlık Bakanlığı tarafından sağlıksız su satışı gerçekleştiren firmaların isimleri kamuoyuna duyurulacak.

Bu arada firma isimlerini kamuoyuna duyurma geleneği malum “Sahte Bal” krizi ile başlamıştı. Bu manada bakanlığın attığı bu adımı ve uygulamayı da çok önemli bulduğumu belirtmeliyim.

Şimdi gelelim konunun içeriğine;

Diyelim ki A firması Türkiye çağında bilinen bir marka. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklana listede ismi var. Yani sularında insan sağlığına zararlı olan bakteri vb unsurlar bulunmuş. Ne yapmalı ve ne yapmamalı.

Bunları  Ölseniz Yapmayın :

  1. 1.       Sakın olayı inkar etmeye kalkmayın.

“Bizim adımız çıkmış ama biz öyle bir firma değiliz. Vallaha” demeyin. İnsanlar yegane amacı “kar elde etmek” olan bir firmaya değil, kar amacı gütmeyen devletin bakanlığına inanırlar. Haberiniz olsun.

  1. 2.       Sorumluluğu başkasına atmayın.

Olayın gerçekleştiğini kabul ederken sakın olayı basit bir çalışanın hatası gibi yansıtmayın. Yani “dolum tesisinde bir çalışanın yaptığı klor düzeyini ayarlayamamışız, o sebepten oldu” demeyin. Bizi ilgilendirmez, kamuoyu buna da inanmaz.

  1. 3.       Olay yokmuş gibi davranmayın.

Kriz dönemlerinde en sık yapılan hatalardan biridir. Sanki bir şey olmamış gibi davranma. Emin olun satışlarınız düşünce çok üzülürsünüz. Ancak yapacak bir şey olmaz.

  1. 4.       Olayı sakın küçümsemeyin.

Hele hele söz konusu olan insan sağlığı ise. Her konunun farklı farklı önemi olduğu bir gerçekliktir. Bunlardan en önemlisi de insanın sağlık ve sıhhatidir. Dolayısı ile bu konuyu sakın küçümsemeyin.

  1. 5.       Olayla ilgili firmanızdan birden fazla kişinin açıklama yapmasına kesinlikle izin vermeyin.                                                                                                                              Firmanız adına sadece yetkili ismin konuşmasını sağlayın.
  1. 6.       Olaydan sonra sakın marka isminizi değiştirmeyin.

Kriz yaşandı diye yıllardır hizmet verdiğiniz marka adını kapatıp yeni bir isimle piyasaya girmeye çalışmayın. Çünkü siz gizleseniz de satışınızı yapan bayiler de bunu yapabilir. İnsanlar da bunu yapabilir. Bu “B markası ama aslında A Markası’nın devamı” derler.

Şimdi gelelim yapılması gerekenlere;

Bunları da kesinlikle yapın:

  1. 1.       Dürüst olun ve özür dileyin.

İnsanlar dürüst insanları büyük hataları dahi olsa affedebilirler. Yeter ki samimi olduğunuza inansınlar. Sizden sürekli su satışı yapan insanlar ve firmalara broşürler, telefonlar mümkünse yüz yüze ulaşarak özür dileyin ve bu manada kesinlikle samimi olun.

  1. 2.       Bu krizi oluşturan sebepleri hemen bulun ve çözün.

Sorunun kaynağının ne olduğunu tespit etmek için uzmanlardan oluşan ekipler oluşturun, suyunuzun kaynağında, dolum tesislerinde, damacanaları ürettiğiniz veya satın aldığınız yerlerde ve firmalarda detaylı tespit çalışmaları yapın. Mümkünse bu çalışmalarda ekibinize devletin de temsilcilerini dahil edin. Sorunun çözümü için ne gerekiyorsa yapın. Eper markanız yaşasın istiyorsanız, büyük bedeller dahi olsa ödemeyi göze almalısınız. Büyük marka olmak böyle olunur.

  1. 3.       Hemen piyasadaki ürünlerinizi geri çekin, kullananlardan da ücretsiz bir şekilde sularınızı iade etmelerini isteyin.

Hatta bu işi siz yapın. Kapı kapı ürünlerinizi toplayın. Bu onların sağlığına verdiğiniz önemi gösterir.

  1. 4.       İnsanların bilgi alabileceği danışma hatları kurun.

Bu hatlarda telefon kayıtları veya mekanik ses değil, kanlı canlı insanlar olsun. Çünkü insanlar mekanik sesleri değil insan sesi duyduklarında daha çok rahatlarlar ve firmanıza inanırlar.

  1. Kriz sürecini yürütmek için daha önceden hazırladığınız “kriz planlarına” sadık olun. Aklı selim davranın. Panik yapmayın. Panik krizin bir numaralı yardımcısıdır.
  2. 6.       Firmanızdaki sağlığa ilişkin düzenlemeler tamamlanana kadar satış yapmayın.

Bu size belli düzeyde ekonomik kayıp yaşatabilir. Ancak böyle yapmanız insan sağlığına paradan daha fazla önem verdiğinizin güzel bir göstergesidir.

  1. Firmanızın kaynaktan şişeleme aşamasına kadar geçirdiği süreçleri internetten kamuoyuna canlı şekilde izlenebilir hale getirin.

Tesislerinizi devletin denetimine ve serbest denetçilere açın. Ne kadar şeffaf olursanız kamuoyu o kadar yanınızda olacaktır.

Tüm bu satırları yazarken özellikle hatırlatmak istediğim bir husus var. Kriz yönetimini insanları kandırmak veya insanların algısını yönetmekten ibaret zannedenlere söylenmesi gereken bir şey var: Kriz yönetimi insanları kandırmak değildir, krize sebep olan hususları çözüme kavuşturup kurumun itibarını koruma ve iyileştirme çalışmalarıdır.

Bu sebeple ismi bu kara listede yer alan firmaların yapması gereken; temelde ürün ve hizmetlerinin kalitesini sağlamak ve insanların sağlığını tehdit etmeyen ürün ve hizmeti sunmaktır.

Yoksa ürün veya hizmet kötü olduktan sonra kriz yönetimi sizi kurtarmaz, kurtarmamalıdır da.

Hadi bakalım zaman gösterecek, hangi firma krizi ne şekilde yönetecek…

Daha Fazla 118 Temalı Reklam İstiyoruz !!!

Değerli okuyucular, merhabalar. Lütfen yazımın başlığına kızmadan önce yazımı sonuna kadar okumaya özen gösterin. Başlığıma hak vereceğinize inanıyorum.

Bu kısa yazımı yazma maksadımın kesinlikle  ne kadar isabetli bir tahminde bulunduğumu söylemek olmadığını baştan belirtmek isterim. Daha çok şu an yaşanılan durumu “görünen köy kılavuz istemez” sözü ile açıklamak daha doğru olacaktır. İnternet siteme ne zaman yazdığıma  baktım , 19 Ağustos’ta yazmışım. O tarihte daha fazla dayanamayıp ” Lütfen Daha Fazla 118 80 Reklamı Çekmeyin” demişim.

ilgili yazıma “Reklam Eleştirileri” bölümünden veya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://omerfarukozgur.nedendir.com/reklam/lutfen-daha-fazla-118-80-reklami-cekmeyin.html

O dönemde gerekçeleri ile beraber 118 80 temalı reklamların hatalı bir tema ile çıktığını, markaya zarar verdiğini söylemiştim. Ben yazıyı yazdıktan sonra da reklamlar çekilmeye devam edildi. Burada elbette kendimi bir yerlere koyup,  ” Ben çekmeyin dedim, dinlemediler , reklam çektiler” demiyorum. Ancak pozitif bilimlerde araştırma gibi çok güzel bir yöntem söz konusu, lütfedip reklamlara ayırdıkları bütçenin bir bölümünü de araştırmaya ayırıp reklamın tesirini ölçselerdi, sanırım bu durumda olmazlardı. Veya eskilerin tabiri ile “Bir bilene sorsalardı” sanırım durum böyle olmazdı.

Bu yazıyı yazmaya beni teşvik eden www.mynet.com sitesinde gördüğüm, ” Graham Bell bu reklamı görseydi eğer” başlıklı haberdi. Haberde son olarak çekilen 118 33 temalı reklam filmine sosyal ortamda yağan tepkilerden bahsediliyor.

Haberin tamamını okumak isteyenler için bağlantı adresi aşağıdaki gibidir.

http://haber.mynet.com/detay/teknoloji/graham-bell-bu-reklami-gorseydi-eger/565358

Son olarak artık 118 80, 118 33, 118 23, 118 82 , 118 55 vb temalı reklamları çekmeyin demeyeceğim. Bu sefer farklı bir yöntem deneyeceğim. Hani çocuk eğitiminde kullanılan bir yöntem vardır, “Tersini söyleyerek isteneni yaptırma. Yani sürekli bağıran çocuğa, sus denilince susmaz tersini yapar ya. Aile de bu durumda, bağır oğlum, bağır der. Çocuk da şaşkınlıka bu sefer de susar.”

Ben de bu temayı deneyeceğim, belki çalışır. Daha fazla 118 temalı reklam istiyoruz. Daha fazla istiyoruz :) :) :)

Sarsılmaz Fabrikası Yöneticileri İle Etkili İletişim Eğitimi’nde Buluştuk

Düzce’nin önemli sanayi kuruluşlarından biri olan Sarsılmaz firması yetilileri ile iki ayrı eğitimde buluştuk. 09.03.2011 tarihinde “Yöneticiler İçin Etkili İletişim” başlıklı bir eğitimde bir araya geldik. İş yerinde etkili iletişim kurmaya yardımcı olacak “Beden Dili”  temalı eğitimimizi ise 16.03.2011 tarihinde gerçekleştirdik. Düzce Meslek Yüksekokulu bünyesinde bizleri, bu ve benzeri eğitimlerle buluşturmada yoğun gayret sarfeden okulumuz müdür yardımcısı Zafer Cingiz’e ve fabrikalarını bize açıp sürekli iyileştirme felsefesi ile eğitimlere gönülden destek veren Sarsılmaz Düzce Fabrikası yetkililerine teşekkürü bir borç bilirim.

Düzce Cam A.Ş Çalışanları İle ” Etkili İletişim” Eğitimde Buluştuk

Düzce Cam A.Ş yöneticileri ile gerçekleştirdiğimiz eğitim faaliyetinin ardından bu sefer, fabrika çalışanlarından oluşan bir grup ile  23.03.2011 tarihinde ” İş Hayatında Etkili İletişim” konulu bir eğitim faaliyeti gerçekleştirdik. Bu eğitim faaliyeterinin düzenlenmesinde her zaman  olduğu gibi yoğun emek sarfeden Düzce Meslek Yüksekokulu Okul Sanayi İşbirliği grubu sorumlusu Öğr. Gör. Zafer Cingiz’e ve Fabrika yöneticilerine çalışmalardaki özverili gayretleri için teşekkürü bir borç bilirim.

DÜZCE CAM A.Ş Yöneticileri İle Eğitimde Buluştuk

Düzce Üniversitesi’nin okul sanayi işbirliği çalışmaları kapsamında yakın tarihte Düzce’nin çeşitli sanayi kuruluşları ile Üniversitemiz arasında  eğitimler verilmesi ile ilgili protokoller imzalanmıştı. 05. 03. 2011 tarihinde Düzce Cam A.Ş yöneticileri ile ” Yöneticiler İçin Etkili İletişim” ve “Yöneticiler İçin Beden Dili” içerikleri eğitimimizi gerçekleştirdik. Bu eğitimleri planlama noktasında Düzce Meslek Yüksekokulu Okul – Sanayi İşbirliği grubu faaliyetlerini yürüten Öğr. Gör. Zafer Cingiz hocamıza ve bu eğitimleri fabrikalarında ileriye dönük insan kaynağına yapılmış değerli yatırımlar olarak gören Düzce Cam A.Ş  yetkililerine teşekkürü borç bilirim.